featured

Denge HDD Başkanı Çakır Terör ile ilgili açıklama yaptı

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Zora başvurma, kaba kuvvet kullanma, sert davranma olarak tanımladığımız şiddet, yaratılış itibarıyla insanı oluşturan nüvelerden, duygulardan biridir. Bu anlamda fıtri olarak her insanda şiddete meyletme söz konusu olabilir.

Şiddet eğilimi muhakkak ki olumsuz bir eğilimdir. Ancak Yüce Yaratıcı insan fıtratına her şeyi zıddıyla birlikte koymuştur. İnsan, hem sever hem nefret edebilir; hem bencil hem de diğergam davranabilir. Hem kaba, sert hem de enis, mülayim olabilir. Bu anlamda insan hem şiddet eğilimi baskın, asabi hem de müsamahalı, hoşgörülü olabilir. Burada önemli olan fert olarak insanın öncelikle ne olmak isteğine karar vermesidir. Yüce Yaratıcı insana bu imkanı da tanımış, ona, cüz’i irade nimetini akılla birlikte vermiştir. Cüz’i irade ile insan seçme özgürlüğüne, akıl ile de öğrenme, eğitme ve eğitilme kabiliyetine kavuşturulmuştur. Tüm bunlardan ayrı olarak yol gösterici peygamberler ve kitaplarla; duyguların merkezi olan kalp, cüz’i iradenin kullanıcısı olan akıl ve vicdan denilen otokontrol sistemiyle ruh desteklenmiştir. Allah kesinlikle insanı dünyada bozgunculuk ve kaos ortamı oluşturan başıboş biri olarak yaratmamıştır.

Bilinen ilk şiddet eylemi Hz. Adem’in iki oğlu arasındaki kavgadır. Habil ile Kabil’in kavgası yeryüzünde çatışma ve diyalog kültürlerinin oluşumunun başlangıcıdır. O zamandan bu yana, geçmişin her diliminde ve günümüzde hem kaostan, şiddet ve terörden beslenen çatışma kültürünün hem de menbaı sulh ve müsamaha olan diyalog kültürünün temsilcileri, en küçüğünden en büyüğüne, her yerleşim biriminde, her toplum ve meslek grubu içinde var olagelmiştir.

Çatışma kültüründe makyevelist yaklaşımla, hedefe varmak için her şey mübah  görülerek şiddetin en ileri boyutu olan terör ve istendiği takdirde savaş dahi araç olarak kullanılmaktadır. Makedonyalı İskender’in Doğuyu İstilası, Cengiz Han ve Torunlarının Batıyı istilası, Haçlı Seferleri, 30 yıl- 100 yıl savaşları, Dünya savaşları, Suriye’deki iç savaş,  Güneydoğu terörü, ABD’deki 11 Eylül saldırısı, Irak’ın işgali, PKK ve IŞİD terörü çatışma kültürü temsilcilerinin en meşhur faaliyetleridir. Farklı ırk ve kültürlerle birlikte yaşamayı erdem sayan, hoşgörülü, müsamahalı, paylaşmacı, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, barış ortamının fiili müdafisi olan diyalog kültüründe, hakkaniyet, vicdan, empati, diğergamlık ve adalet egemendir. Medeniyetlerin esas kurucuları ve devam etmelerini sağlayanlar bu kültür temsilcileridir. Eski Babilden tarihi Çin Medeniyetine, Hint Medeniyetinden Eski Mısır’a, Antik Yunan’dan Maya-İnka Uygarlığına, İslam Medeniyetinden Çağdaş Avro-Amerikan Kültürüne kadar her kültür ve medeniyet içinde, diyalog kültürünün de temsilcileri etkin olmuştur.

Kültür ve medeniyetlerin ayakta kalmalarını ve devamlılıklarını sağlayan en önemli faktör güvenilir idare ve toplumsal adaleti sağlayan hukuk sistemleridir. Kadim Roma’dan Osmanlı Devletine ve günümüze kadar tüm medeniyetlerde hukuk sisteminde aşınma ve dejenerasyon başlar-başlamaz gerileme, dağılma ve nihayetinde çöküş yaşanmıştır. Bu açıdan küreselleşen dünya, güvenilir, diyaloğa her yönüyle açık, sulhün, emniyetin hamisi, insanlığın haysiyet ve maslahatını sağlamayı ideal edinmiş idarecilere, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu adil bir hukuk sistemine her zamankinden daha çok muhtaçtır.

İslam dini getirdiği prensiplerle semavi dinleri yeniden vahiy etrafında toplanmaya davet etmiştir. Vazettiği evrensel hukuk kaideleri, sosyal yaşama ait kurallar, bireyin hem kendisi hem de toplumu için yararlı olması gayesiyle konan prensipler ve ibadetleriyle İslam, insanlığa sunulan son ilahi mesajdır. İslam’ın, Kur’an ve Sünnet kaynaklı oluşturduğu ahlaki ve sosyal sistemde, hukukun üstünlüğü sağlanmış ve güvenceye alınmıştır. Bu sayede İslam, bir kültür ve medeniyet olarak Hz. Peygamber’den günümüze canlılığını koruyabilmiştir.

İnsanı yeryüzünün halifesi sayan Yüce Yaratıcı, İslam ile vazettiği hüküm, kural, ilke, prensip, emir ve nehiylere uyduğu taktirde ona, dünya ve ahiret mutluluğunu garanti etmiştir. İslam Hukuku açısından şiddet ve terör olgularını, çizdiğimiz bu perspektif doğrultusunda değerlendirilmelidir. Nihayetinde İslam’ın, insanlara sulh, müsamaha, ibadet ve disiplin, özgürlük, adalet, özgüven, emniyet, sevgi, huzur ve itminan, empati ve diğergamlık, diyalog ve insan haklarına riayet etme gibi yüksek ahlaki meziyetler kazandırdığı; bu yüksek meziyetlerin muhafazası için hukuk çerçevesinde nefsin, aklın, dinin, neslin ve malın öncelikli korunmasını, bu maslahatların korunması için öngörülen önleyici prensiplere riayet edilmediği taktirde, oluşması muhtemel suçları önlemek amacıyla bazı kanuni ceza ve müeyyidelerin konduğu, bu ceza ve müeyyidelerin caydırıcı olması için, içinde şiddet barındırdığı; gerektiği ve hukuki şartları oluştuğu taktirde, harp hukukuna riayet edilmek kaydıyla savaşın emredildiği, ama esas olanın sulh içinde yaşamak olduğu; farz bir ibadet olan cihadın nefisle mücadele ile birlikte meşru savaşı da kapsadığı; çağımız insanının 20. yüzyılın ortalarında kavrayıp bir kısmını benimsediği ve riayet etmeye çalıştığı evrensel insan haklarının, Hz.Peygamber’in Veda Hutbesinde saydığı hakların bir kısmına karşılık geldiği izahtan varestedir.

Ayrıca İslam ceza hukukunda bugünkü manasıyla terörle örtüşecek bir suçun düzenlenmediği ancak unsurları ve mahiyetleri itibarıyla terör benzeri bağilik, eşkıyalık, yol kesme, fitne ve fesat çıkarma, intihar ve irtidat gibi suç ve kabahatler üzerinde durulduğu ve bu suçlara ağır ve şedid cezalar tayin edildiği anlaşılmıştır. Cezaların ağır ve şedid olmasının amacı suçluyu ıslah etmek, mağduru razı etmek, hem suçlu hem de suç işlemeye yeltenmek isteyen kimseler için caydırıcı olmasını sağlamaktır. İslam Hukukundaki hükümler göstermektedir ki bugünkü manada terörün, İslam ile birlikte anılmasının hiçbir hukuki ve bilimsel dayanağı yoktur.

Buna rağmen, terör eylemlerine katılanların dini ve etnik mensubiyetlerine bakılarak, İslam’ı bilmeme veya tanımamadan kaynaklanan peşin hükümlülük, tüm olumsuz propagandalara rağmen İslam’ı kabul edenlerin çok hızlı artması faktörü ve buna duyulan reaksiyon, milletlerarası politikalar, din ve inanç düşmanlığı gibi sebeplerden dolayı İslam’ın imajını bozmak amacıyla, görsel ve yazılı medyada ve diğer propaganda araçlarında, İslam dini ve Müslümanlar ile terör tabirinin kasten birlikte kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bir kısım Müslümanların yanlış hareket ve tavırları, İslami bilgi ve yaşayıştaki dolayısıyla temsildeki yetersizlikleri, eğitimsiz oluşları ve buna bağlı olarak cehaletleri onların kötüniyetli gerçek ve tüzel kişiler tarafından kulanılmalarını kolaylaştırmıştır. Halbuki Müslümanların hangi şartlarda nasıl davranıp, kimlerle nasıl diyalog kurabilecekleri ve mücadele edecekleri, Kur’an ve Sünnet’te belirlidir. Hiçbir Müslüman, hem Müslüman kalıp, hem de Allah ve Resûlü’nün çizdiği yol dışında, hatta değerler bağlamında onunla çelişen bir yola gidemez. Bu nedenle, teröristin Müslüman, Müslümanın da terörist olması ve kalması İslam hukukuna göre mümkün değildir. İslam dini, terörü kesinlikle reddeder ve lanetler. İslam hem bireysel hem de toplumsal hayatta emniyet ve istikrar vaad edip, kaos ve çatışmayı meneder. Daha huzurlu bir gelecek için öncelikle terörün genel kabul görebilecek bir tanımının yapılması, akabinde tüm gerçek ve tüzel kişiler ile oluşumların samimi bir şekilde teröre karşı ulusal ve uluslararası düzeyde işbirliği yapması gerekmektedir. İslam’a göre tüm insanlar eşit olup, üstünlüğün ölçüsü Allah’a yakınlıktadır.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Denge HDD Başkanı Çakır Terör ile ilgili açıklama yaptı

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir