featured

DİN – MEZHEP- AYIRIMCILIK- İSTİSMAR- AÇLIK- SEFALET-DELİKANLILIK-  VEFA

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Dün gece okunmak için kuyrukta bekleyen kitaplarımla göz göze geldiğimde onlara haksızlık yaptığımı anlayıp, radikal bir karar vermiştim. Okul, akraba ve dost ziyaretlerinden arta kalan vaktimi kitaplarımla geçirmek için esaslı bir adım atayım dedim  ve Şemsettin Günay’ın bürosuna doğru yollandım. Süvari – sade kahvemi cugara eşliğinde “infaz” ettikten sonra, son pürüzü “ona” ciro edip eve dönmeyi tasarlamıştım.

Gelsin kitaplar…

Her kompozisyonda giriş – gelişme ve sonuç bölümleri bulunur.

Kahve faslını icra ederken, topu kadim dostuma atmak için, nasıl yapalım dedim.

Uyanığım ya.

O da “her zaman ki gibi” dedi.

Bunun anlamı çok açık.

Yani Bektaşi fıkrasında olduğu gibi!

Kısaca top yine bende kaldı. Olsun dedim kendi kendime. Sona yaklaşıyoruz nasılsa. Neticede özgürleşeceğim. Bu işten sonra, yardım istekleri ve yardım bütçemiz de azalmışken, ben de kitaplarıma yavaş yavaş dönerim diye ümit ediyordum.

Bektaşi fıkrasını anlatmadan geçmeyeyim: Bektaşi’nin eşeği çamura saplanmış çıkmıyor. Bektaşi, “ya Ali” demiş eşek çıkmamış. Üç kez ”ya Ali” diyerek çekmiş ama eşek bir türlü çıkmamış. En sonunda Bektaşi, “ya Osman” diyerek çekince eşek çamurdan çıkmış. Bektaşi, “köftehor Ali, bütün berbat işlere Osman’ı gönderirsin” demiş.

Tanıyanlar bilir, beni bütün berbat işlere Şemsettin Günay yollar. Ne yapalım, büyük olan o! İhtiyarlığın keyfini sürüyor.

Neyse. İlgilenmem gereken işin özetini ve neticeyi paylaşayım.İki müftü, bir imam ve bir genç bir tuvaleti paylaşamamışlar. Bürokrasinin bütün ince usulleri ortaya konarak tuvalet genç adamdan alınarak bir başkasına verilmiş. Bu dini bir kuruluş için büyük bir başarı. Rivayete göre, tuvaleti genç adamdan almak için epey çaba sarf edilmiş.

Elinden tuvalet alınan genç sahipsiz biri. Sahipsiz ne demek?

Dalından kopan yaprağa sahipsiz diyoruz. Dalından kopan yaprağın kaderini rüzgar belirler ya. Bu gencin ve benzerlerinin başına da gelen aynı şey. Efendim,  genç adamın ailesi Alevilikten ayrılmış.

Aleviler için onlar artık öteki.

Sünniler için de onlar öteki.

Bu durumdaki insanlar için, akrabalık, komşuluk, ticaret ve evlilik büyük bir sorun.

Genç adam, bu durumun ekmek teknesinin elinden alınması için kullanıldığını söylüyor. Karşı taraf zinhar yalan diyor. Tarihi gizlendiği halde deşifre olan ihaleye benzer ama asla ihale kabul edilmeyecek bir işlemle tuvalet genç adamdan alınır ve bir başkasına verilir. Bürokratik görüşmeler Şemsettin Günay tarafından yapılır. Sonuç yok. İş bana havale edilir. İlgili şahıslardan biriyle iki telefon görüşmesi yaptım. İlki olumlu ve saygı çerçevesi aşılmadan yapıldı. İkincisinde ise “sen ne karışıyorsun veya beni ne karıştırıyorsun” anlamlarına gelecek bir ses tonu ile görüşme sonuçlandı.

İddialar ne kadar doğru bunu ben bilemem ama dini bir kuruluşun bahsi geçen böyle bir işe karışması ve tartışmalı bir şekilde sonlandırmasının yanlış olduğunu biliyorum.

Kahve faslından hemen sonra iki kadın girdi içeriye. Sığınmacı olan iki kadın Türkmen’diler. Azez’den gelmişler. İş istiyoruz dediler. Söylediklerine göre biri Antep’te ikamet ediyormuş diğeri Antakya’da. Antep’teki ziyarete gelmiş akrabasını. Kendisi temizlik yaparak sağlıyormuş geçimini. Kendi durumundan fazlaca şikayet etmedi. Lakin akrabası 5 çocukla bir hayır sahibinin kira vermediği evinde kalıyormuş. 40 lira karşılığında çalıştığını da ilave etti. “40 lira az para mı” dedim?

“Haftada 40 lira” demesin mi!

İnsaf, merhamet, adalet, vicdan…

“Sadece yiyecek istiyoruz” dedi kadın. “Çocuklarımız peynirin kokusunu bile unuttu”.

“Bir tavuk alabilsek!”

Adres ve telefonlarını alıp gönderdim. Yardım edeceğimiz kişilerin evlerini mutlaka görmeliydim. İstismarları başka türlü önlemenin yolu yok çünkü.

Bugün uğrar mısın diye sordular. Lakin boyunları büküktü ve onları başımdan savdığımı düşündüklerini hissettim.

Hepimizin neşesi kaçmıştı. Telefona sarılıp sağı- solu aradım. Yok yok.

Son ümit Protestan kilisesi idi. Onlarda da kalmamış. Yarına bakarız dediler.

Acil durumlar için sakladığımız birkaç kuruş var. Onu tüketmeden bir yerlerden bu ailenin ihtiyacını karşılayayım dedim.

Olmadı.

Telefon açıp kadınları çağırdım. Hemen geldiler. Liberal Düşünce Topluluğundan harika bir genç olan Arda Akçiçek’in vaktinde sığınmacılara teslim etmek üzere bana verdiği 20 Euro’yu kadınlara verdim. Yakın arkadaşlarımdan Semire’de parayı bozup üzerine biraz ilave yaptı.

“Bir tavuk nereden alırız” dediler?

Yakın bir yerden kızarmış bir tavuk alıp verdik kendilerine. Bir de kola istediler. Açlık zor.

Aileyi takip edeceğiz.

Şükürler olsun, acil bütçe asla sıfırlanmadı. Hoş sıfırlansa da hiç kimseyi aç bırakamayız. Yığarım bütün aç insanları Ali- Ahmet Koyuncu’ların çiftliğine. Ya da yanıma iki kara adamı alıp Deli Dumrul gibi yol keserim. Geçenden 10 akçe alır, geçmeyen hem dayak yer hem de 20 akçe verir.

Kara adamlar kimler diye soranlara şaşarım. Yine söyleyeyim: Ahmet Zeytineli – Ali Koyuncu. Öbür kara adam uzaklarda şimdi.

Okuyucunun hoşgörüsüne sığınarak latife eyledik. Çok sıkıldığımızda latife etmek ilaç gibi geliyor sinirlerimize.

Her şakanın altında bir gerçek var derler. Yani insanlara yardım etmek kolay değil.

Beni hiç yalnız bırakmayan gerçek dostlarım olmasa ne yapardım?

Corç Kocamahhul, Ali Koyuncu. Mehmet Muhtar Salman, Bülent Ecevit Balcı, Hüsnü İnci ve efelerin efesi Mehmet Ali Öner. Nesli tükenmekte olan adamlar. 24 saat göreve hazır kaç kişi var şu memlekette?

Kısaca işimiz çok ve kitaplar biraz daha bekleyecekler.

Ya nasip!

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
DİN – MEZHEP- AYIRIMCILIK- İSTİSMAR- AÇLIK- SEFALET-DELİKANLILIK-  VEFA

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir