featured

Hem ağladım hem yazdım; Canım annem

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yıl 1987. Bekardım ve senelik iznimi ailemin yanında geçiriyordum. Ortalık ramazan…

Çok sıcak bir günü tamamlamak üzereyiz. İftara birkaç dakika var. Lakin zaman bir türlü geçmiyor. Vakit geçirmek için radyo ile oyalanırken rahmetli ağabeyim yanıma geldi. Yüzü berbattı. “Ahmet, annem kanser, hem de kurtulma ümidi yok” dedi ve gitti.

Dünya başıma yıkıldı.

Gözlerimden yaşlar boşanıyor.

İçeri gidip sofraya nasıl oturacağım?

Durumdan habersiz anacığım yemekleri hazırlamış.

En sevdiğim yiyecekleri hazırlamak onun en büyük zevki…

Anne kalbi, Tanrı merhametinin en büyük tecelligahı.

 

Ah anacığım, aşkım, bir tanem.

“Nar tanem, nur tanem…”

Yakın bir zamanda acılar içinde ölecek fakat o gerçeği hiç bilmeyecek!

Ona hep yalan söyleyeceğiz, “iyisin, bir şeyin yok.”

Ezan okunmuş meğer.

Duymadım,

duyamadım,

duyamazdım…

İçeri gitmem lazım.

Gidemedim.

Nasıl giderim?

 

Keşke dağ başında olsam ve ahhhhhhhhh diye boğazım yırtılıncaya kadar bağırsam.

Bir ah çekemeyecek kadar kötü durumdayım.

Anneme ve babama sahip çıkmam lazım. Fakat benim sahibim yok. O anda anasız kuzu gibi hissettim kendimi.

Tükenmişim.

“Haydi Ahmet, kalk ana ve babana sahip çık. Kan tükür, kızılcık şerbeti içtim de” dedim kendi kendime.

Yapamadım.

Babam merhum, “oğlum ezan okundu, gelsene.” Boğazlarından lokma geçmiyor besbelli. Ben gidene kadar da yemeyecekler.
Olmadı, kalkamadım.

Gömleğim sırılsıklam olmuş.

Banyoya daldım ve başımı suyun altına soktum. Sabun köpükleriye gözlerimi yıkadım.

Kan çanağına döndüler.

Bahanem hazırdı. Sabun gözlerimi yaktı.

Gönül yangınımın yanında gözlerimin yanmasının ne anlamı var?

Selavat getirmeye başladım içimden. En zor zamanlarımızda tek sığınağımıza sarıldım. Sırtımıza cop inerken veya genç bir arkadaşımızın cenazesini taşırken…

Selavat, bizim morfinizmizdir.

 

Bir, iki derken Selavatın temposunu yükselttim. Ta ki arşı ala sallanana kadar.

Allahumme salli ala seyyidina Muhammedinin nebiyil ummiyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellimmm.

Arşı alaya ulaşan selavat bana kuvvet verdi. Önce omuzlarım, sonra bütün bedenim ayağa kaktı.

Besmele ile başladık.

Anacığıma kaçamak bakışlar fırlatıyorum.

Bir daha göremeyeceğim aşkıma doyasıya bakmak istiyorum…

Ya benim baktığımı anlarsa.

Benzi sararmış.

Kanser bitirmiş onu besbelli.

Kanser bir ordu olsa ve ben dalsam o “kafir” ordusunun arasına.

Kessem, kessem.

Kana doymayacağım.

Sonra şehit olsam. Başımı kesip, etimi santim santim doğrasalar…

Ne kadar huzur bulurdum.

Kan istiyorum Tanrım Kan!

 

Nur yüzlü babama bakıyorum. Bir şeylerin ters gittiğini anlamış lakin o da bilmiyor gerçeği. Her zaman olduğu gibi takılmaya başladı bana.

Ne söylediğini duymuyordum.

Babacığım sevgi- şefkat ve merhamet abidesi. O an kan içmek istediğimi bilse ne kadar üzülürdü.

Yine selavat.

Sakinleştim biraz.

Ben bu değilim, kan ve intikam.

Kansere bile merhamet edebilirdim.

Selavat, içimde kıvamını bulunca yemeğe dönmeye çalıştım. Domates yemeği önümde.

En sevdiğim yemek.

Aşkım, hasta haliyle oğlunu düşünmüş yine de…

Ah, ölmek istiyorum.

Allah’ım bana ölmeyi nasip et!

Uğruna yıllarca mücadele verdiğim Tanrım, ne olur al canımı.

Almadı.

 

Sınavım bitmemiş.

Bu sınavın bitmesi için neler vermem. On binlerin ortasına tek başıma dalarım. Ama düşman nerede?

Düşman anacığımın içinde ve ben ayağı kırık sokak köpeği gibiyim.

Kendimi dışarı attım. Karanlık sokaklarda doyasıya ağladım, ağladım.

“Anacığımı toprağa vermek.” Düşüncesi bile çıldırtıyor beni.

“Her canlı ölümü tadacakır.” Ayeti, benim de öleceğimi hatırlattı bana.

Annem ölürse ölüm de güzel.

Sıkarım o zaman kafama zevkle.

Annem ölünce can bana düşman.

 

Ölüm, aşkıma kavuşmanın en meşakkatiz yolu olacak.

Ağlamaya doyamadım.

Yaşlar kurumuyor.

Amcamın oğlu Fikret’e seslendim. Geldi, durumu anlattım. Ağladık beraber, sarıldık birbirimize.

Fikret, teselli etti beni.

Sahura kadar oturduk. Sahur vakti annemi uyandıracağım.

Kalkacak ve bize yemek yapacak.

Kapıya dokonuyor parmaklarım.

İçim acıyor.

 

Sel suları çekilmiş sokaklara döndüm. Yolunortasında eski ve kocaman bir araba lastiği, birkaç kola şişesi ve yırtık bir çorap teki.

Ne kadar mutsuz ve perişanım.

Ertesi gün en büyük ağabeyim geldi. Annemi Hacettepe’ye götürecek. En İyi hekimler orada. Bir çaresini bulacağız inşallah dedi.

Onlar yola düştüler akşam. Beni babamla bıraktılar. En küçük erkek olmanın bedeli bu.

Sabah akşam arıyorum ankesörlü telefondan. Bir mucize bekliyorum.

Tahliller, filmler bahane ediliyor. Yoksa beni kandırıyorlar mı?

Babam haber soruyor sürekli. O da ümitsiz.

“Asra bedel günler” geçmek bilmiyor. Hep düşünüyor ve dua ediyoruz.

***
Nihayet amcamı aradılar.

Verdiler müjdeyi. Annem kurtulmuştu.Hatta babamla konuşacak kadar iyi olmuş. Hemen koştuk gittik amcamın iş yerine. İki aşık konuşmaya başladılar.

Babacığım ses olup akmak istiyordu ahizenin öbür tarafına.

Benim gibi.

 

***

 

Anacığım eve dönüyor. Mahallede bir neşe.

Vakit yine geçmiyor. Nasıl geçsin, bir Sumo güreşçisi oturmuş saniyenin üzerine.

Vaziyetimden faydalanmak isteyen bir sinek kondu koluma. Durumdan vazife çıkarıp hortumu daldırdı yufkacık derime.
Elimi kaldırıp işini bitireceğim.

Birden aklım başıma geliverdi: Ya o sinek birinin anacığı ise.

 

NOT:

Anacığımı Ali Ayhan isimli Hatay’lı bir doktor ameliyat edip sağlığına kavuşturdu. Anacığım sağlık ve sıhhat içerisinde yaşıyor ama babacığımla canım ağabeyimi kaybettik.

0
mutlu
Mutlu
1
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Hem ağladım hem yazdım; Canım annem

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir