featured

Dr. Şükrü Ersoy “Deprem Tehlikesi Bir Milli Güvenlik Sorunudur”

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

17 Ağustos 1999 ve ardından gelen12 Kasım 1999 depremleri Marmara Bölgesinde büyük can kaybına ve maddi hasarlara yol açmış, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından biri üzerinde yer alan ülkemizin depreme hazırlıksız yakalandığını bize açık bir biçimde göstermiştir

Binlerce kişinin hayatını, yakınlarını, evini, mutlu yaşamını enkaz altında bırakan sarsıntıdan tam 14 yıl geçti. Bu kadar zaman sonra depreme olan bakış açısı değişti mi? Bu geçen zamanda deprem korkusunu ne kadar yendik? Neler yaptık? Bizler adına karar verenler bizim için neler yaptı? Kısacası depreme hazır mıyız?

Gelecek Marmara depremi giderek yaklaşıyor. Sadece İstanbul’da Türkiye’nin yüzde 25’i olan 15 milyon insan yaşıyor. Buna Kocaeli, Sakarya, bolu, Yalova, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli gibi çevre illeri de kattığımızda bu oran yüzde 40’lara varmaktadır. Türkiye ekonomisine yüzde 40’dan fazla katkısı olan bu bölgedeki bir büyük deprem sadece can ve mal kayıplarına yol açmaz, aynı zamanda ülkemizin milli güvenliğini tehlikeye atar. Bu bakımdan “Deprem Tehlikesi Bir Milli Güvenlik Sorunudur”.

 Marmara Denizinin içinden geçen Kuzey Anadolu Fay kolunun üzerinde, 1912 Şarkköy-Mürefte depremi ile 1999 Kocaeli depreminden sonra gerilim giderek artmaktadır. Zaman zaman meydana gelen küçük depremler gelecek büyük depremin birer habercisidir.

Marmara denizinde oluşacak olan gelecek depremlerden söz ederken tsunami tehlikesini de birlikte anmak gerekir. Çünkü tsunami, hem Türkiye kıyılarının, hem de Marmara denizinin önemli bir tehlikesidir. Geçmiş dönemde Marmara kıyılarında tsunami yaşandığına ilişkin bilimsel olarak kuşku yoktur, kesindir. Tsunami dalgasının yüksekliği konusunda pek çok spekülasyon yapılsa da suyun insanı öldürme derinliği 1 metre olduğu unutulmamalıdır! Bu bakımdan tsunami konusunda bilinçlenmeli ve kıyılarımızı buna göre planlamalıyız.

 Yapıların üzerine konuşlandığı zeminin jeolojik yapısı hep ihmal edilen bir konu olmuştur. Depremler ise yapılar kadar binaların altındaki toprağın da unutulmaması gerektiğini bize hep afetlerle hatırlatmıştır. Biz unutmuşuz, o hep hatırlatmıştır. Doğanın mesaj gayet açık “Toprağı unutursan, girersin kara toprağın altına!”.

İstanbul’un dörtte üçü neredeyse Türkiye’nin en sağlam kayaçları üzerinde oturmaktadır. Tarihsel dönemde eski İstanbul’un yerleşim alanı bu sağlam zeminin olduğu merkezi kesim üzerinde yer almaktaydı. Tarihsel depremler dediğimiz geçmiş depremler işte bu sağlam kayaçlar üzerindeki yapı stokunu etkilemiştir. Şimdi durum değişmiştir. Günümüzde İstanbul yapı stoku sağlam zeminlerden hassas zeminlere doğru taşmıştır. Bu gelecek depremleri İstanbul’u daha fazla etkileyeceğini göstermektedir. Çünkü İstanbul’un çevresi, özellikle Marmara denizine bitişik Avrupa kıyıları göreceli olarak diğer bölgelere göre zemin hassasiyeti bulunan, yapı stokunda daha çok hasar yaratabilecek bir bölgededir. Bu hassas bölgelerde yapıların inşası sırasında yerin jeolojik yapısı mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü bu zemin deprem dalgalarını şiddetinin artmasını sağlayan bir yapıya sahiptir.

Diğer sağlam kayaçların bulunduğu İstanbul’un merkezi kısmında da bazı sorunlar vardır. Sağlam denilen kayaçların üzerinde iyice ayrışmış, sert kaya özelliklerini kaybetmiş gevşek kıvamlı bir kısım bulunmaktadır. Birçok teknik insan (inşaat mühendisi, mimar ve hatta az da olsa bir kısım yerbilimci) bunun farkında değildir. Bilerek ya da bilmeyerek pek çok zemin etüdünde yapının temelinin oturacağı bu kısım ihmal edilmekte tüm zemin sağlam kayaç gibi gösterilmekte ve gelecek afetlere davetiye çıkarılmaktadır. Ayrışmış bu kısım artık kayaç değildir. Türkiye’nin en sağlam değil, en çürük zemini haline gelmiştir.

Kentsel Dönüşüm Yasasının çıkmasının ardından onlarca bilinmezle beraber 5 Ekim 2012’de Başbakanın katılımıyla başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin pek çok yerinde riskli yapılar yıkılarak yasa resmen uygulanmaya başladı. Bu yasa Cumhuriyet tarihinin en önemli girişimlerinden biridir. Uygulanabilirse asrın projesi olacaktır. Gerekli biçimde uygulanamazsa asrın rezaleti haline dönüşecektir. Kim ne derse desin, bu yasa tüm çevreler tarafından (vatandaştan politikacıya, mühendisten müteahhite) içten içe rantsal dönüşüm ya da kentsel bölüşüm yasası olarak görülecektir. Unutulmamalıdır ki afetler –iyileştirme için- bir fırsattır. Bu fırsat temiz eller ve akıllı kafalar tarafından en uygun bir biçimde kullanılmalıdır.

Belediyeler Kentsel Dönüşüm yasasının önemli uygulama, teknik denetim ve gözetim ayaklarıdır. Yasalar yetkiler bir yana, belediyeler kentsel dönüşüm ve zemin etütleri konusunda son derece önemli sorumluluklara sahiptir. Yapı sektöründe Belediyelerin sık sık rantsal kaygılara sahne olduğu dedikoduları buralardaki teknik yetersizlik ve sistemin oturmayışından kaynaklanmaktadır. Belediyelerin yetki ve sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirebilmesi için teknik olarak daha da güçlendirilmeye gereksinimleri vardır. Özellikle imar örgütlenmesinde “zemin müdürlüklerine” ihtiyaç vardır. Daha çok sayıda jeoloji mühendisliklerine ihtiyaç vardır. Bu teknik kadro jeofizik mühendisleriyle güçlendirilmelidir. Bu bir istihdam sorunundan çok teknik bir sorundur

Türkiye Nüfus 75 milyonu aşmaktadır. Türkiye’de kentlerde yaşayanların nüfusu toplam nüfusun % 68’idir. Bu yoğunlaşma sosyoekonomik baskıyla kaynak sorunu ve çarpık kentleşme sorunlarını beraberinde getirmektedir. Kısa adı TOKİ olan ve Başbakanlığa bağlı Toplu Konut İdaresi Başkanlığı halka ucuz konut vaadiyle kurulmuştur. TOKİ’nin, Hazine, Belediye, Özel İdare ve Vakıflar İdaresi’nin arazileri üzerinde tasarrufları bulunmaktadır. İnşaat alanına ait projeyi belediyeye verir. Fakat 15 günde ruhsat verilmezse, TOKİ ruhsat verilmiş sayılmaktadır. TOKİ elbette büyük bir kurumdur ve büyük projelere imza atmıştır. Ama TOKİ’nin yer seçimleri konusundaki kararları, deprem bölgelerindeki uygulamaları, bazı bölgelerdeki yapı standartları ve de tamamen ticarileştiği konusunda kamuoyunda eleştiriler yapılmaktadır.

 Zorunlu deprem sigortalarının yapıldığı ve deprem nedeniyle zarar gören sigortalıya tazminat ödeme gibi bir hizmeti verebilecek kaynak bir havuz kuruluşu olan DASK (Doğal Afet Sigortalar Kurumu) dünyanın örnek aldığı bir kuruluştur. Sigortalama sistemi daha özendirici hale getirilmeli ve sigorta poliçe sayısı artırılmalıdır.

Okullar ve hastaneler başta olmak üzere tüm kamu binaları güçlendirilmelidir. Nüfusumuzun yarısından fazlasını çocuklarımız oluşturmaktadır. Çocuklarımız depremde en kolay zarar görebilecek ve yaşayacağı travmaları uzun yıllar taşıyabilecek olan hassas varlıklarımızdır. Okullar onların sadece eğitim, öğretim ve sosyal aktivitelerini sürdürdükleri yerler değildir. Okullar aynı zamanda bizlerin bir afet anında sığınabileceğimiz güvenli yerler olmalıdır. Deprem okul güçlendirilmelerini beklemeyebilir. Ailelerinden uzakta güvensiz yapılarda okuyan öğrenciler afetler ne kadar hazırdır? Unutmayalım “Güçlü Okullar, Güçlü Beyinler” demektir. Bu bakımdan “geleceğimizi depremlere kurban etmeyelim”.

Büyük bir dayanışma kültürüne sahip olan vatandaşlarımızın deprem ve afet kültürünü zenginleştirecek girişimlere devam edilmelidir.

 Deprem gibi jeolojik olaylar doğada gerçekleşir ve doğaldır. Ama “afetler doğal değildir”. Çünkü insanoğlunun geliştirdiği doğayı alt etmeye çalışan yanlış planlar ben merkezlidir ve her defasında da yenik düşerek zarar görmektedir. Doğayla savaş yerine barışma stratejisini özümsemeliyiz. Bu bakımdan “Doğal Afet Yoktur!

Türkiye, başta deprem olmak üzere pek çok afet tehlikesine açık bir ülke. “Rüzgâra esme, sulara taşma, toprağa sallanma” diyemeyeceğimize göre afetlere ne kadar hazırız?

Afetlerin giderek şiddetlendiği ve artığı son yıllarda hem can kaybı, hem de ekonomik kayıpların önlemesi ya da azaltılması adına ülkemiz ve hatta tüm ülkeler birleşik olarak ortak bir akıl geliştirmelidir.

Jeoloji, Jeofizik ve İnşaat mühendisleri, mimarlar, planlamacılar, yapı denetim firmaları, müteahhitler, yatırımcılar, bina ve konut sahipleri, karar vericiler, hükümetler, belediyeler, yöneticiler, politikacılar, vatandaş, basın, devlet ve meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri, üniversiteler, Türk Silahlı Kuvvetleri, Kızılay, Dask, Afad, Akom gibi kuruluşlar depremin en önemli ilgilileridir. Tüm bu bileşenler ülke ve insan sevgisi temelinde, rantlardan ve mesleki çıkarlardan uzak bir şekilde çözümün bir parçası olmak adına elbirliği ile ortak akıl ve çözümler üretmelidir.

Sonuç olarak,

  • Ülkemizin deprem Afet Riski’nin daha iyi yönetilmeye ihtiyacı vardır.
  • Güncel çabalar umut verici, fakat yetersizdir. Çünkü risk hızla artmaktadır.
  • Depremler devletin yatırım planlarını altüst edebilecek bir olgudur. Bu bakımdan başta deprem olmak üzere tüm afetler kalkınma planları içinde yer almalıdır.
  • Bu problemi göğüsleyecek kapasitedeki tüm örgüt ve organizasyonlar güçlendirilmelidir.
  • Mevcut kaynakların daha verimli kullanılması adına popüler çözümlerden çok doğru yönlendirilmiş planlar yapılmalı ve uygulanmalıdır
  • Halkın içinde olmadığı deprem hazırlık planları verimli uygulanamaz. Her plandan, her uygulanmadan ve her hazırlıktan halkın haberi olmalı ve bir paydaş olarak hazırlık planlarına dâhil edilmelidir
  • Afetler yoksulluğu sever! Bütüncül çözüm açısından ülkemizdeki gelir dağılımı eşitsizliği konusunda ekonomik çabalar harcanmalıdır. Böylelikle İstanbul’da, Adana’da, Ankara’da, Hakkari’de, Van’da ve Erzurum’da yaşayan bütün okul çocukları eşit deprem riskine sahip olabilsin.

Afetsiz Günleri Diliyoruz.

Prof Dr Şükrü ERSOY

Yıldız Teknik Üniversitesi

Doğa bilimleri Araştırma Merkezi Başkanı

sersoy@yildiz.edu.tr

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Dr. Şükrü Ersoy “Deprem Tehlikesi Bir Milli Güvenlik Sorunudur”

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir