featured

Dostluk Barajı!

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

1988’ de Almanya’dan Belçika’ya giderken çok heyecanlıydım. Cebimde Yeşil Pasaportum olmasına rağmen yine de büyük bir endişe içinde idim. 1938-46 yıllarında İkinci Dünya Savaşında bu insanlar birbirlerini yemişlerdi.  Milyonlarca insan ölmüştü, milyonlarca çocuk babasız, milyonlarca kadın kocasız, evsiz, yersiz, yurtsuz kalmışlardı.

Bütün bunlara sebep olan Almanya’dan, mağdur olan Hollanda’ya oradan da Belçika’ya geçecektim.

Almanya’nın Aachen kentinden beni almaya gelen eniştemin arabasına binip yola çıktığımızda kalbim yerinden çıkarcasına çarpıyordu.

On dakika sonra bekçi kulübesini andıran bir yapının önünde durduk, kulübedeki görevli yerinden kalkmadan başıyla geç işareti yaparak bizi gönderdi.

Hollanda’da idik. Geniş ve aydınlatılmış yolda yarım saat ilerledikten sonra eve geldik. Belçika – Hollanda sınırını nasıl geçtiğimi fark dahi edememiştim.

Pasaportum cebimde öylece duruyordu. Hiç kimse sormamıştı bile. Bir hafta Belçika’da kaldıktan sonra Almanya’ya geri dönüşüm de aynı şekilde olmuştu.

İkinci Dünya Savaşı sanki bu topraklarda olmamıştı o acıları sanki bu insanlar yaşamamıştı. Her tarafta dostluk ve güven hâkimdi.

Almanya’daki görev sürem bitip vatanıma döndükten sonra Antakya’dan Reyhanlıya giderken yol kenarındaki bir adam boyundan daha yüksek kat kat tel örgüleri görünce içimi büyük bir sıkıntı bastı. Beş yüz sene birlikte yaşadığımız aynı dine iman ettiğimiz, aynı kıbleye yöneldiğimiz, 1517de cennet mekanı Yavuz Sultan Selim’in Ridanya seferinden bu yana aramızda doğru dürüst hiçbir problemin olmadığı Suriye ile bu düşmanlık niye idi? Neyi paylaşamıyorduk.

Aileler arasında bir problem yoktu; kız alıp kız veriyorlardı, kardeşlerin biri Suriye’de diğeri Türkiye’de yaşıyordu. Ama Suriye’ye gitmek Amerika’ya gitmekten daha zordu.

Siyasilerimiz bunu neden göremiyorlardı? Bu meseleye neden çözüm getirmedikleri kafamda büyük bir soru işareti olarak kalıyordu.

Ancak politikasını hiç sevmediğim ve benimsemediğim AKP’nin iktidara gelmesi ile Suriye ile ilişkilerimiz birden bire değişmiş, o kat kat tel örgülerle örülü sınırlar, Cumhurbaşkanları düzeyindeki karşılıklı ziyaretlerle zayıflamış, Fenerbahçe futbol takımının Halep’teki maçı, Barış Barajı, ortak Bakanlar Kurulu ve  “kardeşim Beşer” le ilişkilerimiz en üst düzeye çıkmış. Sınırlar yavaş yavaş Hollanda ile Belçika sınırı gibi olmasa bile iki günlüğüne sözde bir “ziyaret kartı” ile Şama kadar gidip Emevii Camisinde bir vakit namaz kılıp, Muhiddin Arabi Camisini ve Türbesini ziyaret edip dönmek, sabah çorbasını Halep’te içtikten sonra Antakya’ya gelip işimizin başına geçmek hayatımızın vazgeçilmezleri olmuştu. Bu şekildeki karşılıklı ziyaretler ticari hayatı da olumlu yönde etkilemiş yeni yeni iş sahaları, turistik oteller açılarak vatandaşlarımızın hayat standartları da yükselmeye başlamıştı.

Bu olanlar saki bir hayaldi. Bir rüyaydı sanki. Beni bu hayalden bu rüyadan kimse uyandırmasın diye Allah (c.c) a dua ediyordum.

O da ne? Bir sabah uyandığımda ”Kardeşim Beşer” , ”Eset” olmuş. Tel örgüler olduğundan daha fazla yükseltilmiş. Silahlar yine karşılıklı birbirlerimize doğrultulmuş. Ne Şam – Halep ziyaretleri, ne Dostluk Barajı, ne Ortak Bakanlar Kurulu, ne Fenerbahçe maçı kalmış. Bütün bunlar kubbede kalan hoş bir seda imiş.

Ne yazık ki” Büyük Ortadoğu projesinin” bir parçası olan Amerikancı “ılımlı İslam”ın bu bölgede hâkim kılınmasını esas alan, kiralık beyinler tarafından “Arap Baharı” diye yutturulan, aslında kardeşi kardeşe öldürten, ne İslam’ın ne de insanlığın kabul edemeyeceği ölüm, zulüm, işkence ve paylaşım projesi en yakın komşumuz olan Suriye’de de uygulamaya konmuştu.

Bir yandan provakatif yayınlarla insanlar birbirlerine düşman ediliyor bir yandan Suriye’yi bölüp parçalama planları yapılıyor. Bir yandan da insani yardım adı altında taraflara biz de dâhil olmak üzere el altından gizli gizli savaş malzemesi yardımı yapılıyor. Ölüme, kana ve zulme zemin hazırlanıyordu.

Ve düğmeye basılıyor. Kısa zamanda Suriye kan gölüne dönüyor. Tarafların birbirlerine uyguladıkları zulüm ve işkence yürekleri dağlıyor. Binlerce masum insan ölüyor. Binlerce masum insan kış ortasında ac ve açıkta komşularına sığınmak zorunda kalıyor. Bütün bu olanlar karşısında Dünya üç maymunu oynuyor. Görmedim, duymadım, bilmiyorum. Bu işin asıl aktörü olan tek dişi kalmış canavar ise Müslümanların akan kanını ve Müslüman’ın Müslüman’a yaptığı işkenceyi zevkle seyredip sinsi sinsi planını uygulatmanın zevkini yaşıyor.

AKP’yi ve politikalarını benimsememekte ne kadar haklı olduğumu bir defa daha görmüş oldum.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Dostluk Barajı!

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 Yorum

  1. 15 Ocak 2013, 21:58

    Avrupa kendi göbeğini kendisi kesiyor. Müslüman devletlerde göbek kesme işi başkalarının hakkı.Üstelik Türkiye gibi bir taşören eliyle. Allah hayırlısını versin. Sonuç olrak devlet olmak okadar kolay olmuyor. Osmanlının hazır torakları üzerine gelen idareler halkını düşünemez yapınca sonuç bu oluyor.

    Cevapla
  2. 15 Ocak 2013, 21:12

    Dayıcım tebrik ederim

    Cevapla
  3. 15 Ocak 2013, 18:58

    sevgili babacım yazılarınla gurur duyuyoruz. her kesime hitap eden yazılarının devamını bekliyoruz, Rabbim daha nice yazılar yazmayı nasip eder inşallah.

    Cevapla
  4. 15 Ocak 2013, 14:41

    Sevgili hocam yine kaleminiz yuregimizin dili olmus sagolun soylecek o kadar soz var ki hepsi bogazimizda dugumlenip kaliyor. Hocam bu millet ne zaman gozunu acacak…

    Cevapla
  5. 14 Ocak 2013, 20:57

    Tebrik ediyorum kafasını kuma sokarak kumun altında AK parti diye bağıranlar artık kafanızı kumdan çıkarın ve AKP diyin..

    Cevapla