featured

Erbabından içince bir başka güzel

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ne Yemen’den gelen kahve kaldı artık, ne de Brezilya’dan gelen. Yeni moda, kısaca neskafe dediğimiz, içeriğinin ne olduğu bilinmeyen, kimi zaman süt katılan bir içecek kahve diye içilirken, bazı küçük kasabalarda, küçük şehirlerde hâlâ geçmişin tadında ve izinde, geleneksel misafirlik kurallarına uygun, evin genç kızı tarafından yanında bir bardak su ile, adına Türk Kahvesi denilen kahve ikram ediliyor.

Yakın gelecekte bu kahvelerin de yitip gideceği endişesini yüreğinde taşıyan biri olarak zaman zaman, bana kahveyi tanıtan ve sevdiren Reşit Öztürk’ün kahveci dükkanında kavrulan kahvenin kokusunu ciğerlerime çeker, bir fabrika bacası gibi tüten kahve makinalarından çıkan beyaz dumana dalar, giderim uzaklara. Yemen’den getirilip, Türk Markası haline gelişinden, bütün batı alemine yayılışına uzanır, sanki torunum İrem büyümüş de diğer torunum Merve ile mutfağa girmişler, yaptıkları kahveyi gümüş bir tepside dedelerine getirmişler hissine kapılırım.

Zaman ne hızlı geçiyor. Yıllar önce, Kırıkhan’ın tek caddesinde küçük bir kahveci dükkanında tanıdığım, şimdilerde haftalık mutad ziyaretlerimde onun dağlarda ve sınır boylarında geçen yaşamından “insanın yüreğinde unutulmaz anlar bırakan” anılarını Kürtçe türkü ile birlikte dinliyorum. Hani o an durdurulsa ve Tomson Reşit’in sınırda ve dağlarda yaşadığı anılar canlandırılsa, Yavuz Turgul’un “Eşkiya” destanındaki Baran’ın bir değişik versiyonunu izlediğinizi sanırsınız. Keje’nin gün batımında kayan yıldızlara bakıp, kısık sesiyle “Her yıldız kaydığında bir eşkıya gidiyor sanırdım” cümlesini düşünür, Reşit amca’yı büyük bir huşu içinde dinler, dinler, dinlerim.

Son günlerde temiz hava için getirilen “sigara yasağını” gerekçe göstererek, “Bak şikayet ederim, içme, derim de” o elindeki sigarayı kibar bir jestle bana uzatır, “Kahve içtin mi?” diye hemen sorar, lafı değiştirir.

Tüfekçi Reşit’in, dağlardan bıkıp, sınır boylarından uzaklaşıp Kırıkhan’ın Kanatlı Caddesi’nde başlayan kahvecilik serüveni neredeyse 40 yıla yakın bir zamandır gelişerek, büyüyerek günümüze kadar geldi. Onun kavurduğu üç çeşit kahveden almak için zaman zaman oluşan sıraya, her geçen gün artan talebi karşılamak için getirttiği yeni makinelere, işyerinin arkasındaki kocaman depoda yere döşediği tahta tabanlıklar üzerinde yükselen kahve çuvallarına yetişmek ne mümkün. Nedir bunun sırrı diye sorduğumuzda ise verdiği sade ve yalın cevap anlayana kocaman bir laf:  “Ben kahve satıyorum. Sadece kahve…”

Dükkanın önündeki makinede her gün çuval çuval kahveyi kıvamına uygun kavurup, usulüne uygun değirmenden geçirip, taze taze satışa sunması ve bütün işlemin milletin gözü önünde cereyan etmesi galiba ününe ün katmaya yetiyor. O çuvallar içinde iyi korunan, her türlü koku ve nemden uzak tuttuğu kahveyi, keyif alınacak, içtikçe sohbeti ve muhabbeti koyulaştıran bir içecek olarak satışa hazırlarken, gelen kadın, erkek kim olursa kahve ikram etmekten de ayrı bir zevk alıyor.

Bir bayram akşamı eşimle evine gittiğim aziz dostum Reşit amca, o gün hayatında asla unutamayacağı bir küçük hata ile, kahve yerine çay ikram edince, vay ki vay… Her dükkana gidip, onunla sohbete başlamadan illa ki kahve söyler, ben ise lafı dönderip, dolaştırıp “Evinde çay, dükkanda kahve. Sonra da Kahveci Reşit. Öyle mi?” diye takılırım. O insana güven ve huzur veren gülümsemesini, keyfi yerindeyse kahkahasını duydunuz mu, üzerine bir de kahve. Hadi gelin bu adamın yanına haftada bir de olsa gitmeyin, o güzel sohbetten yararlanmayın.

Reşit Öztürk, hayatı dolu dolu yaşamış, geçmişte dağlarda ve sınır boylarında utanılacak iş veya eyleme girmemenin verdiği huzur ile, hem o günleri anlatır, hem de kahvenin nasıl öğütüleceğini, nasıl saklanacağını söyler size.

Kahve çekirdekleri, yemişleri Yemen Valisi Özdemir Paşa ile yola çıkıp, dağları, tepeleri, ülkeleri, denizleri aşarak, Osmanlı payitahtının bulunduğu Topkapı Sarayı’na vardı. Vardı da, Hindistan’ın, Arabistan’ın daha önce kullandığı bu yeşil çekirdekler, “Made in Turkey” damgasını Boğaziçi’ne bakan surların eteklerinde, Sarayburnu’nda alarak markalaştı. Yeni bir sektör, yeni bir ticari emtia doğdu. Avrupa içlerine kadar uzanıp, “Cafè à la Turqie” denilmeye başlandı.

Kahve için önce bakırdan, pirinçten cezveler yapıldı. Sonra bunlara şekil verildi. Bakır ustalarının örs ve çekicinin altında, körüklerin oflaya puflaya ateşi artıran ocaklarda sınandı. Fincanlar yapıldı. Küçük, beyaz, renkli, desenli. Üzerinde İstanbul’u anlatan laleler, İstanbullu şekillerle. İznik’te Kütahya’da şimdilerde, Kapadokya’da seyretmesi bir ömre bedel kahve takımları.

Kimi şair kahve içmezsem şiir yazamam, kimi ressam renkleri tanıyıp, kaynaştıramam, romancı ise hayallere dalamam dedi. İlham perilerinin bile esin kaynağı olan kahve, içene keyif verirken, sohbeti demleyen, kıvama erdiren bir içecek olup çıktı.

Kız isteme ritüellerinde bile kahve önemli bir yer tutmaya başladı. Gelen kahvenin kıvamı, köpüğünün, telvesinin rengine bakıldı. Kadın muhabbetlerinin en koyu yerinde içilen kahve fincanının ters çevrilip tabağına kapatılarak soğumaya bırakılmasından sonra, “Senin için kararmış kardeş, bir sıkıntın var. Aha bak burada” diyerek telvenin beyaz porselen fincanda aldığı şekilden anlam çıkaran falcılar türedi.

Derler ki Mozart, Beethoven kahve içmeden beste yapamazmış. Dumas, Andre Gide, Moliere, Viktor Hugo, Honore de Balzac. Her şeyiyle bizim olan Mustafa Kemal Atatürk de kahve tiryakileri arasında… Diğer sanatçı taifesini, ressam, yazar çizerleri yazmaya kalksam bu dergi boyutunu aşar. Bizde kahve hem erkek, hem kadınların meftunu olduğu, tiryakisi olduğu bir içecek. Kahve içmeyene de ikram etmeyene de şahsen daha rastlamadım…

Kahve eskiden Yemen’den gelirmiş, şimdi Brezilya’dan. Çekirdeğin yağı, boyu, rengi yanında onun saklanması, kokulara maruz kalmaması gerekirmiş. Kavrulduktan sonra çekilen değirmenin ayarı mutlaka çok iyi olmalı. Telvenin azalması için gereken, değirmenin kalitesi ve ayarı. Bir de iyi saklanacak. Nem kapmayacak, Baharat taifesinden uzakta duracak kapalı bir kavanoz içinde. Reşit amca daha pratik bir yöntem söylüyor: “Siz en iyisi ihtiyacınız kadar, az az alın.” diyerek yol gösteriyor.

Siz bu yazıyı okuduktan sonra eminim kahve yapmak için mutfağa gideceksiniz. Bir bardak su ile koltuğunuza uzanın, kahvenizi yudumlayın, bir de Zeki Müren’in “Sorma ne haldeyim” şarkısını dinlerken, Reşit Amca’ya uzun ömür dileklerinizi gönderin…

Hatay Kültür ve Keşif Dergisi, 12. Sayı, Haziran 2008, İstanbul

NOT: Sekiz yıl önce bu yazıyı Hatay Kültür ve Keşif Dergisinde Yayınlamıştım. “Reşit Amca’ya rahmet dileklerimizi gönderelim bu kez.

Reşit Öztürk, dün uzun süredir tedavi gördüğü hastalığına yenik düştü. 9 Ekim 2015 Cuma günü Kırıkhan Yeni Mezarlıkta toprağa verildi.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Erbabından içince bir başka güzel

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

0 Yorum

  1. 16 Kasım 2016, 13:43

    Bu aileyi tanımaktan gurur duyuyorum. Eşim Kırıkhanlı bende öyle oldum. Arkadaşlarınıza tanırken Karaca dedenin ( condal)arkadaşı Reşit Amcamız , insan gibi insan eski esnaf anlayışı ile Mehmet Öztürk ve yeni nesil yetişen Resit torunu tanıdım. Çok mutluyum. Ben O bölgeye gelin olarak ilk defa geldim. Tarihi Türkiye’yi koruyan bu bogazın öneminide daha başka ciddiyete anladım. Tarihin yaşandığı yerde bunu kimler yaşamış vatani nasil korumuş ve kültürleri ile Türkiye’nin bir parçası olmuş yaşıyorsunuz orda. Helede o Reşit amcanın kahvesi, kendini rahmetle anıyorum. 10 yıldır, İngiltereye kahvemi Mehmet kardeşim, Resit amcamın oglundan alırim. Sakarya ya ugrar onlarin hediye kahvelerini veririm. 5 kilo kahvemle Londra’ya gelirim. Her sabah onlarla vatani yaşar ve mis gibi denen ne nem ne baska bir koku maşallah o kahve lezeti ile içerim.
    Ben 7 yaşımdan beri kahve içerim. Yabancı ülkelerde bulundum, Türk kahvesi deniyor baska birşey denmiyor. Evet bence Reşit amcada çekilmiş sevgisi içine katılmış kahve bambaşka bir tat ve lezzete. Vakumlayarak bana yine kahven ordan geldi. Sizleri tanımaktan mutluyum, köyümun halaları, Kırıkhan in reşit Dedesi ve ailesi, condal eşimin sulalesi.
    Güzel insanlarsınız veselam. Saime küçük

    Cevapla