İnsanın dünyadaki fizikî varlığı, doğum ile ölüm çizgisi arasında belirli bir zaman dilimiyle sınırlıdır. Bu iki çizgi arasındaki süre; onun ömrünü ve sorumluluk alanını teşkil etmektedir. Çünkü dünya hayatı, insan için bir imtihan yeridir. Yüce Allah ölümü ve hayatı; kimin daha güzel iş ve davranışta bulunacağını denemek için yaratmıştır (Mülk; 67/2).
Buna göre; diğer bütün canlı varlıklarda olduğu gibi insanın da belirli bir ömrü ve takdir edilmiş bir eceli vardır. Bu Allah’ın ilahi bir kanundur. Ancak İslam’a göre ölüm; bir son ve yok olma değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Bu nedenle insana duyulan saygı, ölümle sona ermez. Onun manevi hatırasına duyulan saygı devam eder, dualarda ve sohbetlerde hayırla anılır, anılmalıdır. Ölen bir kimse hemen unutulamaz. Çünkü onun akraba, komşu, çevre ve diğer yakınlarının bağlılıkları ve hatıraları vardır. Diğer varlıklardan farklı olarak insanın ölümünden sonra dua ve istiğfara, hayır ve hasenata ihtiyacı vardır. Dünyada iken yaptığı güzel amellerin mükâfatını da ahret te görecektir (Al-i İmrân, 3/182). ( Bu konuyu bir okuyucumun isteği üzerine ele aldım. Konuyu araştırdım Gördüm ki konu çok hassas. Onun için ben özetin özeti olarak başlıklar halinde yazmaya okuyucularımın isteğini yerine getirmeye çalışacağım. Eksiğim olursa şimdiden affımı arz ediyorum)
İlk Ölüm Anı ve Ölüm Haberi
Şüphesiz ki ölüm; geride kalanları üzüntü içinde bırakan bir olaydır. Şayet ölen kişi; aile fertlerinden biriyse bu acı ve üzüntüyü daha da arttırmaktadır.
Hasta olup normal bir ortamda vefat etmek üzere olanlara karşı da; yakınlarının bazı görevleri vardır. Eğer bir güçlük yoksa, ölüm döşeğinde yatan kişiyi kıbleye doğru ve sağ yanı üzerine çevirmek müstehaptır. Samimi dost ve arkadaşlarından biri uygun bir tarzda “kelime-i tevhid’i ve tövbeyi” hatırlatacak şekilde telkinde bulunmalıdır. Ancak ona “haydi sen de söyle” diye zorlanmamalıdır. Kendi arzu ve iradesiyle bu cümleyi söyletmeye yardımcı olunmalıdır
“Kimin son sözü kelimeyi tevhit olursa, o kişi cennete girer. Son anını yaşayan bu tür hastaların yanında Yasin veya Ra’d suresini okumak da müstehabtır. Vefat gerçekleşince artık cenaze yıkanıncaya kadar yanında Kur’ân okunmaz. Fakat dua edilebilir. Başka bir odada veya yerde Kur’ân okunmasında ise bir sakınca yoktur.
Teçhiz, Tekfin ve Defin İşlemleri
Ruhun bedeni terk etmesi haline ölüm denir. Cenaze için yapılması gereken hazırlıklara “teçhiz”, kefenlenmesine “tekfin”, kabre konulmasına da “defin” denir. Buna göre, ölen bir Müslüman’ı yıkamak, kefenlemek cenaze namazını kılıp dua etmek ve bir kabre gömmek müminler için farz-ı kifayedir. Bu nedenle ölüm olayı tahakkuk edince, söz konusu işlemleri; en yakınları veya komşu, dost ve arkadaşları tarafından süratle tamamlanmalıdır
Geçerli bir mazeret yoksa, cenaze bir an önce istirahatgâhına tevdi edilmelidir. Bu durumda akraba, komşu, arkadaş ve diğer yakınlarının cenaze namazını kılmak için gayret sarf etmeleri gerekir. Zira Cenazenin taşınmasına yardımcı olmak ve kabristana kadar eşlik etmek de sünnettir.
Ölene Ağlanır ve Ağıt Yakılır mı?
Ölünün başında, cenazenin defninde ve kabir ziyareti esnasında bağırıp çağırmadan, yaka paça yırtamadan sessizce ağlamak caizdir. Çünkü bu tür bir ağlama insanlardaki acıma ve merhamet duygusunun dışa yansımasıdır. Buna rağmen Yüce Allah sabır ve teslimiyet içinde olanları, acı ve musibetlere tahammül edenleri de övmüştür. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) oğlu İbrahim vefat edince hüzün ve teessüründen dolayı göz yaşlarını tutamamıştır
Mezarın başında: sesini yükselterek ağlamak, çirkin söz söylemek, bağırıp çağırmak, ağıt yakmak, üstünü başını dövmek ve yolmak doğru değildir. Hatta Hz. Peygamber (a.s.), bu aşırılıklar ve taşkınlıklar nedeniyle cenazenin bile rahatsız olacağını bildirmiştir:
Cenazeyi Alkışlamanın Dini Hükmü
Cenaze törenlerinde acı, ızdırap, göz yaşı, hasret, ayrılık ve üzüntü dolu bir yas ve matem atmosferi oluşmaktadır. Buraya katılan herkes; tam bir sükunet, teslimiyet ve tefekkür halini yaşamaktadır. Hal böyle iken; bazı cenazelerin; camiye ve kabristana nakli esnasında alkışlandığı görülmektedir. Halbuki İslam tarihinde ve kültürümüzde cenazenin alkışla defnedildiği bir döneme rastlanmamıştır. Alkış, daha çok hayatta olanlara takdir hislerini dile getirmek için yapılır. Geçmişte ve günümüzde yapılan bir çok toplantı, tören ve protokol hizmetlerinde yapılan alkışlar da bu amaca yöneliktir.
Cenaze Merasimlerinde Görülen Bidat ve Hurafeler
Günümüz cenaze törenlerinde, bazı ölülerin dostları, yakınları veya çalıştıkları kurumları camii avlularına ve kabristanlara çelenkler göndermektedirler. Halbuki sosyal hayatımızın her alanında olduğu gibi cenaze törenlerinde da israf ve aşırı harcamalar doğru değildir. Sadelik ve sükunet esastır. Bu nedenle israf ve şekil açısından cenaze törenleri için çelenk yapmak ve taşımak da cenaze merasim adabına uygun düşmemektedir. Ancak genel olarak kabristanda ağaç dikmek ve yeşilliği korumak özellikle kabristanların iç ve dış çevresini ağaçlandırmak tavsiye edilmiştir. Kur’ân-ı Kerimde de işaret edildiği gibi ağaç, bitki ve diğer yeşilliklerin tamamı kendilerine mahsus halleriyle Allah’ı anmaktadırlar:
Cenazenin manevi hatırasına katkıda bulunmak isteyenlerin; çelenk yerine, muhtaçlara, eğitim ve öğretim kurumlarına aynî veya nakdî yardımda bulunmaları daha uygundur.
Ölenlerin Arkasından Kur’ân Okumak
Ölülerin ruhları için her zaman Kur’ân okunup hasıl olan sevap onların ruhlarına bağışlanabilir. Ancak cenazenin defni sırasında veya sonraları para karşılığında Kur’ân ve mevlit okutmak veya ziyafet vermek doğru değildir. Ayrıca; ölenin yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gecesi gibi belli gün ve gecelerinde okunan hatim ve mevlit merasimleri hakkında da Kur’ân ve sünnete dayalı bir bilgi veya tavsiye yoktur.
Kabrin yanında namaz kılmak, üzerine kubbe yapmak, mescit inşa etmek, mum yakmak ve bez bağlamak da geçmiş bazı din, örf, adet ve kültürlerin kalıntısı olan bidatlerdir.
Kabir Ziyareti
Kabir ziyaretine mutlak anlamda ruhsat verilmiştir. Ziyaretçinin kadın veya erkek olması, ziyaret edilen kabrin Müslim veya gayri Müslim’e ait bulunmasının arasında bir fark yoktur. Zira kabir ziyaretindeki ruhsat umumîdir. Nitekim kabir ziyaretinde ki yasak ta vaktiyle umumiydi. Sonra bu yasak kaldırılarak herkese mubah kılındı. Böylece erkekler için de kadınlar için de caiz oldu. Hadislerin rivayetleri dikkate alındığında; kabir ziyaretinin mubah olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu ziyaretin erkek ve kadınlar tarafından karışık olarak yapılması halinde fesatlığa sebep olma ihtimali varsa genç kadınların katılması uygun görülmemiştir. Yalnız kadınlara ait olan ziyaretlerde ise; genç ve yaşlı şeklinde bir ayırıma gerek yoktur.
Ölenin Vasiyeti
İnsan hayatta olduğu müddetçe malını dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir. Sağlığında arzu etmesine rağmen yerine getiremediği bazı işlerini, vasiyet ederek yerine getirilmesini isteyebilir. Bu arzu ve istek bazen hastalık halinde akla gelir, bazen de hastalığının uzaması nedeniyle mala muhtaç olma ihtimalini düşünerek ölümünden sonra da yerine getirilmesini isteyebilir. Kişi ölümden sonra geçerli olmak üzere iyilik ve hayır amacıyla vasiyet yapabilir.
Vasiyetin edilen malın, kişinin ölümünden sonra tartışmaya ve kavgaya sebep olmaması gerekir. Vasiyetin yazılı ve resmi olması, vasiyetin varislere zarar verecek şekilde düzenlenmemesi ve malının üçte birini geçirmemesi gerekir.
Öleni Hayırla anmak
İslam insana; hayatta olduğu gibi, vefatından sonra da büyük değer vermiştir. Bu nedenle ölen kimsenin kötülüklerini, ayıplarını, suçlarını araştırmak ve hakkında dedikodu yapmak, sağlığındaki davranışlarına bakarak kınamak ve hakkında kötü sözler doğru değildir. O, artık ameliyle baş başa kalmıştır.
Ölen yakınlarımıza yapabileceklerimiz var mıdır? derseniz. Evet vardır. Onlara dua, onlar için Allah’tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) talep etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak uygundur.
Ölen insanın yakın ve uzak çevresine borçları varsa varisleri tarafından ödenmelidir. Peygamberimiz (a.s.) cenaze namazlarını kıldırmadan önce varislerine ölenin borcunun olup olmadığını sorardı. Şayet borcu olan varsa yakınlarına ödemelerini emreder, ondan sonra namazlarını kıldırırdı.
“Günümüzde çok aşırı ve bir gösteriş haline gelen ikram konusunun hayırla sadaka ile bir ilgisinin olmadığını söylemeden geçemeyeceğim. Yapılacak şey: Ölünün velisi, ölünün gömülmesinden bir gün sonra yedinci güne kadar kolayına gelen şeyi fakirlere sadaka vererek sevabını ölüye bağışlamalıdır. Bu, bir sünnettir. Buna gücü yetmezse, iki rekat namaz kılarak sevabını ölüye bağışlamalıdır. Fakat ölü sahiplerinin birinci ve üçüncü günlerde veya bir hafta sonra ziyafet vermeleri mekruhtur. Ancak ölünün komşularının veya uzak akrabasının yemek hazırlayarak ölü sahiplerine ikram etmeleri ve yemelerine ısrarda bulunmaları müstehabdır. Çünkü cenaze sahipleri kendileri için yemek hazırlayamayacak bir halde bulunabilirler”
Taziyede Bulunmak
Hem ölen insana hem de geride kalan yakınlarına karşı yerine getirilmesi gereken bir görev de taziyedir. Taziye ölünün yakınlarına, “Allah rahmet etsin! Başınız sağ olsun! Allah geride kalanlara ömür versin” gibi sözlerle sabır dilemek, rahatlatıcı ve teselli edici sözler söyleyerek, acı ve üzüntülerini paylaşmaktır.
Taziye vesilesiyle ölene daha sonra haber alanların, daha sonra da taziyede bulunmaları mümkündür. Taziye edilir ve Kur’ân okuyup sevabı bağışlanır. Taziye süresi genel olarak aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Bu süre içinde yapılması daha uygun olur. Böylece ölenin yakınlarının daha erken acılarını unutup normal hayata döndürülmeleri sağlanmış olur.
Sonuç olarak okuyucularıma sunduğum bu araştırmamın faydalı olmasını dilerim.
Çok güzel ve açıklayıcı olmuş hocam emeğinize sağlık
Emeğinize sağlık çok güzel bir araştırma olmuş