featured

Türkiye Cumhuriyeti 92 yaşında

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yazı: Mehmet ÇARDAK Gümrük ve Dışticaret Uzmanı

Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’in kuruluşunun 2. gününde, 30 Ekim 1923’de İsmet Paşa’yı Köşk’e davet eder. Ülkenin genel durumu hakkında hazırlattığı raporları İsmet Paşa’ya sunar. Atatürk ve arkadaşlarının devraldıkları ülke perişan durumdadır.

Atatürk ve arkadaşlarının nasıl bir mucize yarattıklarının bilincinde olmak için, yaşadığımız Türkiye ile 1923’ün Türkiye’sini karşılaştırmak gerekiyor.

Son zamanlarda, İstanbul Boğazı’ndaki Osmanlı’dan kalma tüm sarayları ve köşkleri işgal edenlere,  saray aşkı ile yanıp tutuşanlara ve Ankara’da kaçak saraylar inşa edenlere, Atatürk ve arkadaşlarının başardıkları mucizeyi hatırlatmak gerekiyor. Bugün, yoktan var edilen Cumhuriyet eserlerine sahip çıkabiliyor muyuz? Yoksa sadece nutuk mu atıyoruz?

İŞTE 1923 TÜRKİYESİ’NİN DURUMU

Osmanlı’dan bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kalmıştı. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda yoksul bir köylü devletiydik. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar azdı. 4.000 km kadar demiryolu vardı, bir metresi bile bizim değildi. Üstelik yetersizdi.

Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlanması, vatanın bütünlüğünün sağlanması şarttı. Denizciliğimiz acınacak durumdaydı. Köylüyü topraklandırmak, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çifti yapmak gerekiyordu.

Doğu’daki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmıyordu. Bu durumu düzeltmek, halkı kurtarmak şarttı ama nasıl?

Her yerde tefeciler halkı eziyordu. Güya tarım ülkesiydik ama unumuzun çoğunu dışarıdan ithal ediyorduk. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyordu. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136’ydı. Pek az şehirde eczane vardı. Salğın hastalıklar insanımızı kırıyordu. Üç milyon insanımız trahomluydu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halindeydi. Bit ciddi sorundu. Nüfusumuzun yarısı hastaydı. Bebek ölüm sayısı %60’ı geçiyordu. Nüfusun %80’i kırsal bölgede yaşıyordu. Bunun önemli kısmı göçebeydi. Telefon, motor, makine yoktu. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyorduk. Kiremidi bile ithal ediyorduk.

Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde vardı. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830, yanan bina sayısı 114.408’di. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmak gerekiyordu. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçmişti.

İŞTE ANADOLU’NUN İKTİSADİ DURUMU!

İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısıydı. İktisatçımız da çok azdı. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte biri okutulabiliyordu. Halkın eğitimi hiç çözülmemişti. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamak, namus cephesini güçlendirmek gerekiyordu.

Kültür eserleri kaçırılmıştı ve kaçırılmaya devam ediyordu. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler vardı. Bunlar bakanlara ve parti yönetim kurullarına verilmişti. Genel durum herkesçe biliniyordu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bütçesi, gelirleri yetersizdi. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirilecek ve yeni konuşulacak yeni düşüncelere ihtiyaç vardı.

Cumhuriyetin hedefi milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilke olmalıydı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etmişti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.

Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek vardı. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek vardı kurucuların önlerinde ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, 20. yüzyılın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundaydılar. O ana kadar bu ideali koruyarak gelmişlerdi ve bundan sonra daha hızlı yürümeye mecburdular. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacaklardı. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacaklardı.

Kaderin onların kuşağına yüklediği kutsal bir görevdi bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu birlikte paylaşmak ve yaşamaktan başka çareleri yoktu. Allah’tan başka yardımcıları da yoktu!

ATATÜRK CUMHURİYETİ’NİN DEVAMLILIĞI…

Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet anlayışını devletin merkezine koymuş ve ismini ‘Türkiye Cumhuriyeti’ olarak ilan etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılâpçılık ilkeleri üzerine temellenmiştir.

Atatürkçülük, Türkiye’de yaşayan tüm etnik kökenleri ayrım yapmadan içine alan bir ‘Türk’ ulusu kimliği görür. Tamamıyla Türk milliyetçisi bir ideolojidir ve Türklük üzerine oturur. Devletin varlığını ve birliğini bu kimliğin geliştirilmesinde bulur.

Atatürk’ün devletinin laik ve üniter olması; devletin toplumla ilişkilerinde din ve etnik öğeler bakımından tarafsız olması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Atatürk devleti şekillendirmeyi ve bu bağlamda devletin milletle ilişkisini düzenlemeyi savunmuştur. Atatürk’ün millet anlayışında, Türk kimliği milliyetçilik ilkesi doğrultusunda, tüm etnik grupların tarafsız olarak içine alır. Cumhuriyet’in devamlığı için bu ilke, pragmatik bir doğrultuda, tarafsız bir biçimde ilerletilir.

ESKİ TÜRKİYE – YENİ TÜRKİYE

Cumhuriyet’in kurucuları çok çalıştılar ve başardılar. Bugün Cumhuriyetimiz 92 yaşında. Ekonomisi en büyük dünya devletleri arasında 19. sıradayız. Asya ile Avrupa kıtalarının birleştiği noktada, dimdik ayaktayız. Ortadoğu ülkeleri arasında; demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkleriyle yönetilen tek ülkeyiz. Sorunlarımızı sıfırlayamazsak da insan hakları ve özgürlükler için savaşıyoruz. Demokrasiye inanıyoruz!

Bugünlerde, 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde, ‘Başkanlık Sistemi’ için, ‘Yeni Türkiye’ için vatandaştan oy isteyenlerin; milyarlarca dolarlara mal olan, 1.150 odalı Kaçak Saray’da oturmayı marifet sananların ve Türkiye Cumhuriyeti’nden şikâyetçi olup da ‘Yeni Türkiye’ hülyasına dalanların, bir dakika durup 1923’ün Türkiye’sini hatırlamaları gerekmiyor mu?

Bu ülkede ‘muhtar’ bile olamayacakken, Başbakan ve hatta Cumhurbaşkanı olabilenlerin, Atatürk ve arkadaşlarının nasıl bir mucize yarattıklarının bilincinde olmaları gerekmez mi?

Atatürk’ün hatıraları ile dolu Çankaya Köşkü’nü boşaltarak, Atatürk Türkiye’sini Yeni Türkiye’ye dönüştürerek, Atatürk’ümüzü unutturmaya çalışanların cabası nafiledir. Çünkü Atatürk, Türk milletinin kalbinde yaşamaktadır ve ebediyen yaşayacaktır da. Kaldı ki Atatürk, yalnızca Türk milletinin değil tüm mazlum milletlerin de atasıdır!

Bugünlerde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın toplumla ilişkilerinde din ve etnik öğeler bakımından tarafsız olması elzemdir. Kuran’ın Kürtçeye ve Ermeniceye çevrilmiş mealleri miting alanlarında dolaşmaktadır. Tüm etnik grupları tarafsız olarak içine almayan miting konuşmaları yapan Cumhurbaşkanı’nın, 92 yaşındaki Cumhuriyet’in devamlılığını tarafsız bir biçimde sağlaması ve ilerletmesi mümkün müdür?

 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Türkiye Cumhuriyeti 92 yaşında

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir