featured

Kentsel Dönüşüm ve Hatay

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

YTÜ Doğa Bilimleri Araştırma Merkezi Başkanı Jeoloji Profesörü Dr Şükrü ERSOY Gazetemiz için “Hatay’ın Kentsel dönüşüm Planı” ile ilgili önemli açıklamalar yaptı.

Kentsel Dönüşüm Yasasının çıkmasının ardından onlarca bilinmezle beraber 5 Ekim 2012’de Başbakanın katılımıyla başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin pek çok yerinde riskli yapılar yıkılarak yasa resmen uygulanmaya başladı. Bu uygulamanın başladığı ilk yerlerden biri de Hatay’dır.

Bu yasa Cumhuriyet tarihinin en önemli girişimlerinden biridir. Uygulanabilirse asrın projesi olacaktır. Gerekli biçimde uygulanamazsa asrın rezaleti haline dönüşecektir. Kim ne derse desin, bu yasa tüm çevreler tarafından (vatandaştan politikacıya, mühendisten müteahhite) içten içe rantsal dönüşüm ya da kentsel bölüşüm yasası olarak görülmektedir. Toplumsal çıkarlar yerine kişisel çıkarlar ön plana geçecektir. Unutulmamalıdır ki afetler –iyileştirme için- bir fırsattır. Bu fırsat temiz eller ve akıllı kafalar tarafından en uygun bir biçimde kullanılmalıdır.

Bu yazının içeriğinde yasanın tartışılabilecek pek çok konusu dışında, sadece konu başlığı çerçevesinde bazı sorulara yanıt arayacağız. Kenti Neyin Üzerinde Dönüştüreceksiniz? Bu yasa sadece binaları yenilemek anlamına mı gelmektedir? Bu yasanın teknik aktörleri sadece şehir plancılar, inşaatçılar ve mimarlar mıdır? Yapıları kondurduğumuz zeminin durumu ne olacak? Yasada sözü edilen “rezerv alan” nedir? Her boş alan rezerv alan olabilir mi?

Yapıların üzerine konuşlandığı zeminin jeolojik yapısı hep ihmal edilen bir konu olmuştur. Yapılar kadar binaların altındaki toprağın da unutulmaması gerektiğini depremler bize hep afetlerle ve acı olaylarla hatırlatmıştır. Biz unutmuşuz, o hatırlatmıştır. Doğanın mesajı gayet açık “Toprağı unutursan, girersin kara toprağın altına!”.

Rantsal ya da farklı bazı kaygılarla zemin konusu yine unutulmaya yüz tuttu. 1999 depremleri öncesinde, oturduğumuz yapıları görsel lüksüne bakarak aldığımızı, zeminin jeolojik yapısını hiç önemsemediğimizi ve bu davranışımızın depremlerle sınandığını ne çabuk unuttuk. Özellikle Hatay ili geçmişte Dünyanın en büyük depremlerinin yaşandığı bir yerdir. En son 1822 ile 1872 yıllarındaki depremler bunların en çarpıcı örnekleridir. Geçen 140 yıllık dönemde Hatay’da hem insan, hem de konut sayısı hızla artmıştır. Bir de buna büyük depremlerin geciktiği bilgisini eklersek Hatay’daki tehlikenin büyüklüğünü gözler önüne sermiş oluruz.

Türkiye, dünyanın en güzel ülkelerinden biridir? Neden. Yanıt gayet basit. Çünkü bunu jeolojisine ve depremlerle geçirdiği evrimine borçludur. Emin olunuz ki, eğer ülkemizin üzerinde bulunduğu yer kabuğu bu kadar devingen olmasaydı, topografyası, peyzajı bu kadar güzel olmayacaktı. Hızla üreyen insana inat, zeminin üzerinde mantar gibi binalar türüyor. İnsanoğlu icadı bu yapay binaları doğayla barıştırmak gerek. Bu işgalin hakkını vermek gerek, yoksa diyetini öderiz. Zeminin jeolojik yapısını ihmal ederek kentsel dönüşüm yapılamaz. Depremi unutma! Sen unutsan afetler sana hatırlatır!

Türkiye’nin yüzde yüzü deprem ve afet bölgesidir. Türkiye’nin yüzde 92’si deprem bölgesidir demek, kamuoyunda yanlış anlaşılmaktadır. Çünkü deprem bölgesinde yaşayan ya da onun dolaylı etkisinde kalan pek çok yerleşim alanı kendisini geriye kalan yüzde 8’lik bir kısımda görmek istiyor. Bir bölgenin depremden etkilenmesi için o alanın içinden mutlaka aktif bir fay geçmesi gerekmiyor (ki Hatay’da Dünya’nın en büyük deprem kuşaklarından olan Ölü deniz Fay zonu geçmektedir). Zemin yapısındaki zafiyetler, o bölgedeki yapı stokunun uzak bir bölgede meydana gelen depremlerden hasar görmesini sağlayabilir. Bu konuda pek çok örnek bulunmaktadır. Sözgelimi, Bu durum 1985 Meksiko City depreminde yaşanmıştır. Şehrin göl yatağındaki yapay dolgu alanları üzerinde inşa edilen yapılar yıkılmıştır. Bu durum Japonya’nın Kobe şehrinde ya da İstanbul’da Avcılar ilçesinde de yaşanmıştır. Rezerv alanlarda zeminin jeolojik yapısı ihmal edilmemelidir.

Büyük depremler sadece İstanbul’da ya da Marmara denizinde beklenmemektedir. Türkiye’nin pek çok yerinde, Doğu, Batı, Kuzey ve Güneydoğu Anadolu Fay Zonlarında ve daha birçok yerde depremler beklenmektedir. Hatay’da gecikmiş depremler bizi bekliyor. Bu kaçınılmazdır. İnsanoğlu yaşadığı sürece bu depremler devam edecektir! Sözgelimi, Hatay’da dağlık ve yüksek kesim depreme daha dayanıklıklı bir jeolojik zemine sahip iken, düzlük ova alanları büyük hasarlara açık bölgelerdir. Bu tarım ve deprem bölgelerinden hızla çekilme planları yapmalıyız. Bu hassas bölgelerde yapıların inşası sırasında yerin jeolojik yapısı mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü bu tür gevşek alüvyon zeminler deprem dalgalarını şiddetinin artmasını sağlayan bir yapıya sahiptir. Bilerek ya da bilmeyerek pek çok zemin etüdünde yapının temelinin oturacağı bu kısım ihmal edilmekte tüm zemin sağlam kayaç gibi gösterilmekte ve gelecek afetlere davetiye çıkarılmaktadır. Tehlikenin farkında mısınız?

Sadece depremler değil, heyelanlar da kentsel dönüşüm sırasında sorun yaratabilecek önemli konulardan biridir. Özellikle, gevşek ve su çekebilen killi zeminlerin olduğu kısımlar dağlık kesimde olsa bile heyelana hassas bölgelerdir. Antakya İskenderun yolu üzerinde Kıcı bölgesinde yol kenarında hepimizin bildiği heyelan işte buna örnektir. Bu tür bölgelerde yapı inşa etmek zordur, mutlaka ciddi etütler gerekmektedir. Bu heyelanların tehlike potansiyelini küçümsemek adeta tehlikeyle dans etmek demektir. Buralar bile bile yapılaşmaya açılmamalıdır. Bu alanlar yeni yapı stokları için rezerv alanlar olmaz.

Yapıların oturduğu yer kentsel dönüşümün önemli bir kısmıdır. Bunun için gerekli olan zemin etütleri, yerin yapısını ve tehlikelerini bilmek için son derece önemlidir ve titizlikle yapılmalıdır. Geçiştirilecek bir konu değildir. Yapmayanlar uyarılmalıdır. Bilmeyenler bilgilendirilmelidir. Tehlikeyi bilmeliyiz ki, yaşayacağımız riski hesaplayabilelim ve korunalım. Zemin etütleri 1999 depremlerinden sonra önemli bir sektör olmuştur. Bu konuda iş yapan firma sayısı artmıştır. Yerbilimciler için önemli istihdam ve kazanç kapısı haline gelmiştir. Bu sektördeki rant büyünce zemin etüdü konusunda yetki ve sorumluluk kavgaları artmıştır. Bu etütlerin vazgeçilemez üyeleri olan jeoloji mühendisleri adeta dışlanmaya çalışılmaktadır. Türkiye gibi bir ülkede sayısal güçle ve şoven yaklaşımlarla bu etki giderek artmaktadır. İşte bu da bir afettir! Mesleki hak ve yetki gasplarıyla Türkiye’nin deprem sorunu çözülemez. Jeoloji ve Jeofizik mühendisleri Kentsel Dönüşüm Yasasının uygulamasında rol alacak önemli teknik insanlardır.

Belediyeler Kentsel Dönüşüm yasasının önemli uygulama, teknik denetim ve gözetim ayaklarıdır. Yasalar yetkiler bir yana, belediyeler kentsel dönüşüm ve zemin etütleri konusunda son derece önemli sorumluluklara sahiptir. Yapı sektöründe Belediyelerin sık sık rantsal kaygılara sahne olduğu dedikoduları buralardaki teknik yetersizlik ve sistemin oturmayışından kaynaklanmaktadır. Belediyelerin yetki ve sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirebilmesi için teknik olarak daha da güçlendirilmeye gereksinimleri vardır. Özellikle imar örgütlenmesinde “zemin müdürlüklerine” ihtiyaç vardır. Daha çok sayıda jeoloji mühendisliklerine ihtiyaç vardır. Bu bir istihdam sorunundan çok teknik bir sorundur.

Pek çok yasa, yönetmelik ve de yönergelerde bir yerbilimci açığını gidermek için “jeoloji ya da jeofizik mühendisi” tanımı yapılmaktadır. Bu durumun benzerini diğer meslek gruplarında görmek mümkün değildir. Siz hiç “doktor ya da veteriner”, “orman ya da ziraat mühendisi”, “inşaat mühendisi ya da mimar” dendiğini gördünüz mü? Çok şükür üniversitelerimizde çok sayıda jeoloji ve jeofizik mühendisliği bölümlerimiz ve de bu konuda yetişmiş bol miktarda meslek insanı bulunmaktadır. İhtiyaç duyulduğunda bol miktarda jeoloji mühendisimiz de var jeofizik mühendisimiz de. Uygulama yöntemleri ve eğitimleri farklı olan bu meslek grupları için “Jeoloji ya da Jeofizik mühendisi” demeye gerek yok!

İstanbul’un su havzaları, kentsel dönüşümde kullanılacak rezerv alanları ve kat artırımları sonucu oluşan nüfus yoğunlaşmasıyla birlikte büyük bir tehlike altına girecektir. Bu durum var olan su kaynaklarımızı daha da kirlenmesine, azalmasına ve hatta tükenmesine yol açabilir. Su, stratejik ve yaşamsal bir maddedir. Dünyanın su kaynakları hızla azalmaktadır. Türkiye su kaynaklarını iyi korumalıdır. Kentsel dönüşümün beton harcında kullanılan su dışında bir damla suyu bile heba etmek, haramdır.

Hatay’ın dereleri ve özellikle de taşkın düzlükleri yapılaşma dışı kalması gereken alanlardır. Dere yataklarının yanlış kullanımı ya da hatalı ıslah çalışmaları sonucu buradaki yerleşim alanlarının afetlerle karşılaştığını unutmamak gerekir. Sözgelimi, aşırı yağışlarında Asi nehrinin taşmasıyla oluşan sellenmelerde yaşadığımız acılar henüz hafızalardan silinmemiştir. Özellikle derelere komşu taşkın alanları boş alanlar değildir. Aşırı yağışlarda buralar normal olarak sular altında kalır ve kalmalıdır. Buralar, yapılaşma için rezerv alanlar olarak düşünülmemelidir. Hâlihazırda işgal altındaki taşkın düzlükleri de yapılaşma dışında bırakılması için planlar yapılmalıdır. Kentsel dönüşüm uygulamalarında bu durum mutlaka göz önünde bulundurulması şarttır. Doğa, doğal olmayanı affetmez!

Kıyılarımız da kentsel dönüşümün bir önemli parçalarıdır. Kıyılarımız tsunami, heyelan, erozyon, ekoloji, jeolojik ve jeomorfolojik yapı, peyzaj güzellikleri unutulmadan planlı bir şekilde dönüştürülmelidir. Yıkımlar sonucu ortaya çıkacak olan molozlar kıyılara ve deniz içlerine depolanmamalıdır. Yıkımlardan elde edilen molozların tekrardan dönüşüm malzemesi olarak kullanılması daha bilimsel ve daha çevresel bir yaklaşımdır. Denizler Çöplük Değildir!

Kentsel dönüşüm uygulamalarında var olan yapı stokunu yıkıp kat sayısı arttırarak çözüm bulmak nüfus yoğunluğunu artıracak, alt yapı hizmetlerini aksatabilecek ve de özellikle Antakya ve İskenderun gibi nüfus yoğunluğunun zaten fazla olduğu bir yerde bir afet sonrasında yardım, kurtarma, ulaşım hizmetlerinde aksamalara neden olacağından çok dikkatli yapılmalıdır. Genel ilkeler konulmalı, fakat uygulamalar genel değil yerel olmalıdır.

Ülkemizdeki yerleşim alanlarını şehrin ruhu kaybolmadan, kültür dokusu yok olmadan, insan öğesi atlanmadan, toplum hafızası silinmeden, gelecek nesil unutulmadan, su ve diğer tüm doğa kaynakları tüketilmeden, afetler ve yerin jeolojik yapısı dikkate alınarak doğayla barışık bir şekilde yapılmalıdır.

Afetsiz günler dileğiyle.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Kentsel Dönüşüm ve Hatay

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir