featured

Ülkü Önal’dan Hatay İzlenimleri

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hatay ili çok görmek istediğim illerden biriydi. Topraklarımıza sonradan katılması ve farklı kültürleri içinde barındırması nedeniyle. Bu bahar gitmek nasip oldu. Osmaniye’den arkadaşım Naciye’yle birlikte sabah hareket ettik. Farklı iklim ve ovayı seyrede seyrede Hatay’a indik.

Öğretmenevine yerleşip şehri turlamaya çıktık. Eskiden coşkun akan Çoruh’u seyretmeye alışık olduğumuzdan Asi nehri bana çok durgun geldi. Büyük bir bölümü tamir nedeniyle kapalı olan mozaik müzesini gezdik. Hemen yanında meclis binası vardı ama iş merkezi olmuş. Salonunu da kullanıyorlarmış. Geçmişi yansıtan bir şey yoktu. Bu bina müze olsaydı daha iyi olurdu diye içimden geçirdim. Hatay da kaldığım iki gün içinde Türk kültürünü yansıtan etnografik değerlerinin sergilendiği yer göremedim. Bir Hatay kilimi, çorabı görmek isterdim. Büyük bir eksiklik. Resmi kurumların duvarlarında bile mozaikler asılıydı.

Yemek sempozyumlarında tanıştığımız aşçıbaşı Musa Dağdeviren Hatay’dan evliydi. Onu aradım. Bize öğle yemeğimizi Uzun Çarşı’da Umut Kasapta yememizi söyledi. Arayıp bulduk. Tepsi kebabı sipariş verdik. Küçük bir dükkân merdivenle üst kata çıktık. Kebap denince Artvin’deki gibi bir koyunun parçalanarak şişe takılmış halini görmüşüz biz. Tepsiye kıyma baharatlar konarak yayılmış. Üzerine domates biber konmuş. Çok güzel ekmekle önümüze geldi tadı nefisti.

Çarşıyı gezdik künefe kadayıfı yapan yerleri çektim. Çeşit, çeşit baharatlar satılıyordu ama fazla kullanmadığımızdan az aldık. Ağaçtan yapılmış kurabiye kalıplarından aldım. Hiçbir yerde görmediğim krema gibi helva satılıyordu. Para ödeyerek tadına baktım. Güzel değildi. Kara çarşaflı kadınların sayısı fazlaydı ve Türkçe konuşmuyorlardı. Yalın ayak Suriye muhacirlerinin çocukları dolaşıyordu. Bir çocuk annesinin elinden kurtulup hızlı bir şekilde çilek tezgahına koşuşu içimi sızlattı. Ataları muhacir olmuş, evde her şeyleri varken, karınlarını doyurmak için dilenmek zorunda kaldıklarını yazmış biri olarak onları daha iyi anlıyordum.

Habib-i Neccar camisine gittik. Çok sayıda turist vardı. Etrafında eski evler vardı ama harabe halindeydi. Bu camii Anadolu da yapılan ilk camii. İsa’nın iki havarisi ve Habib-i Naccar şehit edilmişler mezarları camide. Musa Bey’in hanımının köyü olan Şenköy’e gitmeye karar verdik. Araba beklerken o köylü bir hanımla tanıştık. “ Türbeye mi gidiyorsunuz? O türbeye gelip kurban keserler dua ederler ” dedi. Haberimiz yoktu tabi. Ondan yemekler derledim. Köyden dönüş arabasına bir saatlik vaktimiz olduğunu düşünerek hareket ettik. Ovadan ayrılıp dağlara tırmandık. Zeytin ağacıyla çam ağacını ilk defa yan yana gördüm. Bizde eskiden zeytinler Çoruh Vadisinde ormanlar dağlarda olurdu. Baraj nedeniyle vadimizle birlikte Zeytin ağaçlarımızda yok oldu. Köyün girişini çok güzel yapmışlar. Keşke benim ilçeme de böyle bir giriş olsa. Sıvasız çirkin evlerle ilçeye girmek imajımızı zedeliyor. Çocukluğumdan beri böyle. Ahşap köy evlerine alışık biri için taş evler ve sokaklar çok ilginç geldi. 700 rakımlı üst tarafta yaylası olan bir köy. Amca bizi, camii ve Şeyh Ahmedi Kuseyri’nin türbesinin olduğu yerde karşıladı. Son arabanın 10 dakika sonra kalkacağını öğrendik. Abdest alıp 2 rekât türbede namaz kılıp dua ettik. Birkaç sandukanın, sancağın bulunduğu bakımlı bir türbeydi. Türbedardan ve Yusuf Çalışkan’dan bilgiler aldık. Köyün kahvesinde tuzlu yoğurt yiyip istemeden de olsa geri dönmek zorunda kaldık.

ŞEYH AHMEDİ KUSEYRİ : Köyün üzerinde otururmuş sonra gelip köye yerleşmiş. Bir rivayete göre hiç çocuğu yok. Bir rivayete göre çocuğu var. Tarihe mal olmuş bir kişidir. 1494 yılında gelip yerleşmişler. Babası Abdurrahman Efendi ve kardeşlerinin mezarı var. İçeride ki Kürdi Ahmet Efendi misafir olarak gelmiş burada ölmüş. 2 adet Osmanlı sancağı, buranın sancağı ve Şeyh Efendinin sancağını temsilen tuğ var. ( Türbedarın anlatımı )

Önceleri Mızrambo yaylasında köy kurulmuş sonra aşağıya inmiş bir Türkmen köyüdür. Meştek, Cirit ve ok atma oyunları oynardık çocukluğumuzda. Köyümüze âşıklar gelirdi. Maraşlı Âşık Ahmet gelir saz çalıp hikâyeler anlatırdı. Bende şairim basılmış iki şiir kitabım var. Köyün kuruluş tarihi, camiin yapılış tarihiyle aynıdır. Suriye de ki Türkmenlerle akrabayız ama şimdi ilişkilerimiz yok. ( Yusuf Çalışkan)

Yolumuzun üzerinde Harbiye de indik. Birkaç şelalenin olduğu yeşillikler arasında park. İnsana huzur veriyor. Çöpler alınmamış yığılı duruyordu. Artvin de yeşil ve su bol ama buna benzer bir dinlenme yerimiz yok. Şehre inerken dolmuştaki kadınlara akşam yemeğimizi nerede ve Hatay’a özgü ne yiyeceğimizi sorduk. Kadınlar candan davrandılar. Yemekler içinde içli köfteyi de sayınca “ Onu biliyorum.” Deyince. Kadınlar şaşırdı. Lokantada Ali Nazik yemeği ortası da et kenarı beyaz olarak gelince arkadaşım “ Ali Nazik yemeği bizde patlıcanlı olur.” diye itiraz etti. Garson sizde “ Ali Nazik yemeğimi var” dedi. Hataylılar yemekleri konusunda kendilerini üstün görüyorlar izlenimi edindim.

Ortadoks Kilisesinin yanında Lebeni isimli lokantada yemeğimizi yemeye karar verdik. 2-3 katlı ahşap bir binaydı. Girişinde müze gibi eski mutfak eşyaları sergileniyordu. Artvin’in en eski lokantası Saklıca da böyle bir şey yapsa keşke. Bir tane Artvin yemeği yapmıyor. Bir tanede Artvin yemekleri kitabını merak edip almadılar. Terasa çıktık haçın gölgesinde yemeğimizi yedik. Mezelerden humus ve zehteran güzeldi.

Artvin le ilgili bazı kitapları olan hemşehrimiz Taner Artvinli öğretmenevine geldi çay içip sohbet ettik. Naciye, Taner’in hanımın memleketine yerleşmesine kıyamadı. “ Buraya niye geldin ?” deyip durdu. Artvinliler her ne hikmetse dışarıdan kız aldılar mı hanımın köyüne yerleşenler var. Camiin yanında Çınaraltı’ndaYusuf Ustanın dükkânına künefe yemeye gittik. Köz ateşinde yanımızda pişirdiler. Çok güzeldi. O künefeden yemek için bir daha Hatay’a gidebilirim. Pet su şişeleri dükkânın önünde yığılı duruyordu. Hatay da 1500 tane künefecinin olduğunu ancak birkaç tanesinin geleneksel kömür ateşinde pişirdiğini, künefenin Filistin’den geldiğini kendilerinin tescil ettirdiğini Fatih Usta söyledi.

Hatay da kaldığım iki gün içerisinde çay söyleme kültürlerinin olmadığını fark ettim. Van da bir dükkâna girer girmez “ çay içer misiniz ?” diye soruyorlar. Öğretmenevinde ki kahvaltılıkların çoğunluğunun yerel yiyecekler olması güzeldi.

Hristiyanların hacı olduğu kilise onarımda olduğu için gidemedik. Türkiye’nin terk Ermeni köyü olan Vakıfllı’yı da çok görmek istememe rağmen kısmet olmadı

Deniz kenarında ki Arsuz ilçesine gidip Naciye’nin kalacağı pansiyonlara baktık. Sahilde oturacak park bulamadık. Bakımlı bir çay bahçesi vardı. Çayın tanesine 4 TLvererek içtik. İskenderun’a dönüp evinde misafir olduğumuz Naciye’nin kızı Gamze Demirle buluştuk. Bize dürüm ısmarladı. Deniz kenarındaki çay bahçesine de oturduk. Kalabalıktı ve içki içiliyordu. Gamze’nin iş arkadaşları ve aileleri geldi tanıştık. Birkaç yemek tarifi yazdım. İskenderun da eski birkaç ev ve bir kilisenin yanından geçtik. Başka da tarihi yer görmek nasip olmadı. Akşama Osmaniye’ye geri döndük.

1933 yılında Ahıska’dan kaçıp gelip Ağrı ya ve Muş Bulanığa yerleşip 1965-1972 yılları arasında ise Hatay Kırıkhan’a yerleşen hemşehrilerimle görüşmeyi çok istedim ama vaktim yoktu.Şu anda nüfusları 3000 civarındaymış. Ayrıca Dörtyol da Acara göçmeni hemşehrilerimin yaşadığı Kapılı Köyünü de görmek isterdim. Bir daha ki gelişimde inşallah.

Yemekler :

ORUK: Bulguru çok tüketiriz. Mercimekli , şehriyeli bulgur pilavlarımız var . Oruklarımız var. Tepsi Oruğu : Köftelik et dövülür. Bulgurun içine konarak yoğrulur. Hamur tepsiye serilir. Et üzerine dökülür. Üzeri tekrar hamurla kapatılır. Baklava dilimi gibi kesilir. Üzerine zeytinyağı konarak fırına verilir. Çeşitleri ise Sac Oruğu, İçli Oruğ. ( Oruk: İçli köfte )’dir.

-AŞİR : Döğme buğdayla kemikli et ve kuzu göğsü tencereye konup kaynatılır. Nohut ve kuru baş biber içine konur. Piştikten sonra kemik ayrılır kalan et tencerede dövülür. Tepsiye alınır. Üzerine eritilmiş tereyağı ve biber dökülür.

-ŞİŞPEREK: Hamur yoğrulup küçük küçük kesilir. İçerisine kıyma konur. Kayseri mantısı gibidir ama tersine katlarız. Tuzlu yoğurtla yaparız.

( Yusuf Çalışkan-Şenköy )

-KADAYIF : Üç kuşaktır kömür ateşinde bakır tepsiyle kömürün üzerinde en eski şekliyle pişirilirmiş. Sabahleyin kadayıflar uzun şekliyle gelir elle kırılarak eritilmiş tereyağının içine dökülür. Özel yapılmış künefelik peynir konur. Eskiden keçi sütünden yapılırmış. Üzerine tekrar kadayıf konur. Kadayıf kızardı mı tepsi havaya atılarak ters yüz yapılır. Şerbet dökülür.

( Yusuf Ustanın oğlu Fatih )

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Ülkü Önal’dan Hatay İzlenimleri

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir